Değerler, Toplumsal Bilinç ve Popüler Kültür Arasında Kaybolmak

Dünyada olup biten olaylar karşısında bazen kendimizi çaresiz hissediyoruz. Her gün duyduğumuz korkunç olaylar, masum çocuklara, bebeklere, hayvanlara ve savunmasız canlılara karşı yapılan acımasızlıklar, içimizde derin bir yara açıyor.

Bu durum karşısında nasıl sessiz kalabiliriz?

İnsan olmanın en temel özelliği, başkalarının acısını hissedebilmek ve bu acıya kayıtsız kalmamaktır. Özellikle bir kadın, bir anne adayı, bir kız çocuğu olarak, bu dünya içinde geleceğe dair endişeler taşıyorum. Bu dünyanın çocuklarımızı güvenle büyütebileceğimiz bir yer olup olmadığı konusunda içimde büyük bir huzursuzluk var. Çünkü her çocuk, sevgi dolu bir geleceği hak ediyor. Her canlının yaşam hakkı kutsaldır.

Toplumsal bilincin yetersizliği, şiddeti besliyor. Ailede, okulda, sosyal çevrede eksik olan sevgi, merhamet ve şefkat eğitimi, bugün karşılaştığımız olayların temelinde yatıyor. Çocuklara doğru değerlerle rehberlik etmek, onların gelecekte nasıl bireyler olacağını şekillendiriyor. Fakat bu sadece bireysel bir mesele değil, toplumsal bir sorumluluktur.

Daha fazla eğitim, daha fazla bilinçlendirme ve toplumsal duyarlılık şart. Çünkü bugün duyduğumuz her acı olay, aslında toplum olarak bizlerin geleceğe olan katkısını sorgulattırıyor.

Ancak günümüzde bu tür toplumsal olayların derinliği, popüler kültürün yüzeyselliği içinde kayboluyor. Olaylar kısa sürede gündem oluyor, birkaç gün konuşuluyor, ardından yeni bir akım, yeni bir trend bu acı olayları gölgede bırakıyor.

Duygusal yükü ağır olan meseleler bile, sosyal medya platformlarında birer tüketim nesnesine dönüşüyor. Bir olayın toplum üzerindeki etkisi tartışılmadan, yenisiyle değiştirilip unutuluyor. Bu, popüler kültürün yarattığı en büyük tehlikelerden biri: derinliksiz, hızla tüketilen bir dünyada yaşıyoruz. Olayların gerçek etkilerini konuşmaya vakit bulamadan, bir sonraki popüler olaya geçiyoruz.

Popüler kültür, bir zamanlar toplumsal normları, sanatı ve kültürü ileriye taşıyan, yeni fikirlerle insanları buluşturan bir araçtı. Oysa bugün popüler olan şeyler, derinlikten uzak, kısa vadeli tatmin sağlayan, hızla tüketilen ve hemen unutulan içeriklerden ibaret gibi görünüyor. Kısacık bir süre popüler olup, ardından kaybolan akımlar, anlamdan yoksun sosyal medya trendleri ve kültürel boşluk yaratan fenomenler, popüler kültürün ana damarını oluşturuyor.

Elbette bunda sosyal medyanın hızla büyüyen etkisi yadsınamaz. Hepimiz, adeta bir yarışın içindeyiz; en hızlı kim tüketecek, en çok kim paylaşacak, en dikkat çekici kim olacak?

Popüler kültür, toplumun ortak değerlerini şekillendiren, yeni düşünce akımlarına kapı açan bir güç olmalı yeniden. Daha çok yüzeysel içerikler üretip tüketen bir makine haline gelmemeli insanoğlu. Sosyal medyanın sınırsız hızı, toplumsal olayları bile kısa vadeli bir trend gibi görmemize neden oluyor, olmamalı.

Gerçekten derinlemesine düşünmemiz, bir meseleyi enine boyuna tartışmamız gereken konular, birkaç saniyelik videolara, birkaç cümlelik tweet’lere sığdırılıyor. Bu da toplumun bilinç seviyesini ciddi anlamda etkiliyor.

Bugün popüler olan şeyler hızla tüketiliyor, ardından yerini yenilerine bırakıyor. Ancak şiddet, adaletsizlik, toplumsal olaylar popüler kültürün yüzeyselliğinde çözülmez. Derin bir farkındalığa, uzun vadeli bir çözüm arayışına ihtiyaç var.

Toplumsal bilincin geliştirilmesi, şiddetin ve kötülüğün karşısında durabilecek güçlü bir iradenin inşa edilmesi gerekiyor. Bunun için sadece sosyal medya paylaşımlarına ya da kısa süreli öfke patlamalarına değil, gerçek anlamda çözüm üreten adımlara ihtiyaç var.

Y kuşağı doğurganlık oranları düştü, deniyor. Çünkü toplumsal olaylara kayıtsız kalmayan ve endişelenen bir nesil olarak, gelecekte çocuklarımızı böyle bir dünyada büyütmek istemiyoruz. Onlara sevgi dolu, güvenli bir yaşam sunabilmek için önce bu sorunları çözmek, toplumsal olarak bir araya gelmek zorundayız. Popüler kültürün yüzeyselliğine teslim olmadan, toplumsal sorunlara daha derinlikli yaklaşıp, uzun vadeli çözümler aramalıyız. Çünkü çocuklarımızın geleceği, bugünkü bilincimizle şekillenecek.

Popüler olan her zaman doğru olan değildir. Geçici olanı değil, kalıcı olanı aramalıyız. Çünkü yüzeysel olan her şey hızla tüketilir; ama gerçek değerler, anlamlı olanlar zamanla büyür ve toplumu ileriye taşır.

Toplum olarak bu sorunların önüne geçebilmek için önce bireyden başlamalıyız. Her birimiz, çocuklarımıza, çevremize, iş arkadaşlarımıza karşı daha bilinçli, duyarlı ve farkında olmalıyız. Bu farkındalık ise sadece bir paylaşım ya da sosyal medyada birkaç öfke dolu yorumla sınırlı kalmamalı. Toplumsal olaylar karşısında tepki göstermek yetmez; bir çözüm üretmek ve çözümün bir parçası olmak gerekir. Çocuklarımızın, gençlerimizin doğru değerlerle yetişmesi için ailelerin, okulların ve devletin el ele vermesi şart. Eğitim sistemi, sadece bilgi odaklı değil, aynı zamanda sevgi, şefkat ve empati odaklı olmalı.

Hükümetler, sadece Türkiye’de değil, dünyanın dört bir yanında bu şiddetin köklerini çözmek için önleyici politikalar geliştirmeli. Yasal düzenlemeler, caydırıcı cezalar, rehabilitasyon programları hayata geçirilmelidir. Ancak sadece cezalar yetmez; toplumsal bir dönüşüm gerekiyor. Kadına, çocuğa, hayvana karşı yapılan her türlü şiddetin temelinde yatan sorunları anlamak ve bu sorunlarla yüzleşmek zorundayız. Özellikle Türkiye gibi kültürel değerlerin güçlü olduğu bir toplumda, bu değerlerin şiddet yerine barışı ve sevgiyi besleyen unsurlara dönüşmesi için bilinçlendirme kampanyaları düzenlenmeli, medya aracılığıyla toplumsal bilincin artırılması sağlanmalı.

Dünyada ise toplumsal şiddetin önlenmesi için ülkelerin iş birliği yapması, uluslararası platformlarda çözüm odaklı politikaların üretilmesi gerekiyor. Bu şiddetin yalnızca belirli bir coğrafyaya ait bir sorun olmadığını kabul etmek ve evrensel bir çözüm arayışı içinde olmak zorundayız.

Hükümetler, sivil toplum örgütleri ve bireyler olarak hepimiz sorumluluk almalı ve bu sorunların üzerine kararlılıkla gitmeliyiz. Eğitim, sadece okullarda değil, toplumun her kesiminde yaygınlaştırılmalı ve bu eğitimler hem çocukların hem de yetişkinlerin şiddet karşısında bilinçli, güçlü bireyler olmalarını sağlamalı.

Bu noktada, “Bir şeyler söylemek isterdim ama şimdi zamanı değil” diyenlere de küçük bir eleştiri getirmek istiyorum. Sessiz kalmak, pasif bir izleyici olmak, olayların daha da büyümesine zemin hazırlar. Sessiz kalmak bir tercih değil, bir kayıtsızlıktır. Evet, bu tür konular ağırdır, zorlayıcıdır, hatta bazen tehlikeli olabilir. Ancak bir çözüm aramadan, sesimizi duyurmadan, toplumsal olaylar karşısında sorumluluk almadan yaşamak, gelecekte aynı acı olayların tekrar yaşanmasına neden olacaktır.

Bu yüzden, hepimizin söyleyecek bir sözü olmalı ve o söz, çözüm arayan, harekete geçiren bir ses olmalıdır. Çünkü ancak birlikte bir ses çıkarabilirsek, geleceğimizi daha güvenli bir hale getirebiliriz.

Toplum olarak daha duyarlı, daha bilinçli bir hale gelmek, şiddetin her türlüsünü ortadan kaldırmak için yalnızca şikayet etmekle kalmayıp, aktif bir şekilde çözüm üretmeliyiz. Çünkü sessizlik, sorunun bir parçası olurken, bilinçli bir hareket ise çözümün ta kendisidir.

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir